YIL BOYU BEKLENEN GÜN…




YIL BOYU BEKLENEN GÜN…
        Köy hayatı, bugünden, bugünün çocuklarının gözünden baktığınızda pek de imrenilecek bir şey değildir.
        Filmlerdeki, romanlardaki gibi romantik, özenilesi bir şey değildir yani. Köy hayatının kendisi bunlardan çok farklı bir şeydir çocuklar için. Onlara çok fazla sorumluluk yükler, çocukluklarını yaşamalarına pek fazla izin vermez. Çabucak büyüktür onları.
        Bugün koliler, odalar dolusu oyuncakların pek azının azı bile yoktur onlarda. (Eski zaman çocuklarının oyun ve oyuncaklarına dair söylenecek çok şey var elbette. Ancak o, başka bir yazıya konu olacak çapta bir mevzu.) Biz konumuza dönelim.
        Evler genellikle iki katlıdır. Dam olan alt kat genellikle taş duvarla yükseltilmiş, daha yukarılara doğru ahşap çatkı sistemi kullanılmıştır. Yani, duvarın iskeleti10x10 cm ya da daha büyük ölçülerde ağaçların dikey, yatay veya çapraz kullanılmasıyla oluşturulduktan sonra, aralarının tuğla, taş vb. malzeme ile örülmesi tekniğidir bu. Katlar arası taban kalın tahta/kalaslardan oluşur.
        Ailenin geçimi tarım ve hayvancılıktır çoğu zaman.
        Hayvanlar alt katta, insanlar üstte yaşar. Koku üst kata asla çıkmaz. Bunun sebebi, damla ev arasındaki izolasyonun çok iyi olmasından değildir elbette. Kokuyu o kadar kanıksamıştır ki insanlar, o koku onlar için yoktur artık.
        Her sabah ve akşam hayvanlarınızı sulamak için mahalle çeşmesine götürüp getirmeniz, sabah akşam yemlerini vermeniz lazım. Akşamları, geceleri arada bir dama inip hayvanlara bakmak gerekir. Hele bir de gürültü patırtı varsa mutlaka yoklamalısınız. Hayvanın yuları boynuna mı dolandı, ayağına mı takıldı; hayvan için tehlikeli bir durum olup olmadığını kontrol etmelisiniz. Damı sık sık temizleyeceksiniz. Dışkılarını bir çapa ile hayvanların ayakları altından uzaklaştırmalı ve el arabasına doldurup, bahçenin dip tarafındaki kemreliğe/gübreliğe atmalısınız. Bu yetmez; dışkıları aldıktan sonra yerler ıslak kalmamalı. Oraya tabanın ıslaklığını alacak/ örtecek miktarda saman serpmelisiniz ki, hayvan yattığında üstü-başı batmasın, ıslanmasın, hastalanmasın, temiz yerde yatsın diye. Aksi halde hastalanabilir. Bir de tabi, hayvanın üst-baş temizliği sahibinin aynası sayılır. Derisine dışkılar yapışmış, kurumuşsa… Boydan boya karınlarında, baldırlarında, bacaklarında yürüdükçe sallanıp duruyorsa kurumuş dışkılar, bu sahibinin ilgisizliğini gösterir ve bu bir ayıptır. En azından, kınanır bu durum.
        Çok sık olmasa da, hayvanlarınızın ardına, bacaklarına bakıp kene olup olmadığını kontrol etmelisiniz. Kene varsa onları toplar, itlaf edersiniz. Böyle yapmazsanız, tekrar gelir, hayvanlarınıza yapışır, kanını emmeye devam ederler. O zamanlar, kenelerin henüz KKKA (Kırım Kongo Kanamalı Ateşi) hastalığını yapma kabiliyetleri olmadığı için korkulmazdı kenelerden bugünkü gibi. Onları hayvanlardan koparmak için maşaya, aparata ihtiyaç yoktu. Doğrudan çıplak elle koparabilir ama, hasta da olmazdınız. Elleri yıkamak o zaman da vardı.
        Büyükbaş hayvanlarınızın ağzından akan salyalarda bir kızıllık/kan varsa, muhtemelen hayvan bir yerlerde su içerken, ağzına, dilinin altına sülük yapışmış olabilir. Bunun için hemen bir veterinere koşup gitme imkânı yoktur. Bu nedenle, köyde bu işlerden anlayan ve mektep-medrese görmese de, buna müdahale edebilecek alaylı-tecrübeli büyükler vardır. Onlara müracaat edersiniz, onlar halleder.
        Ne zaman ot, ne zaman saman ve ne zaman fenni yemle samanı karıştırarak vermeniz gerektiğini zaman içinde büyüklerinizden öğreniyorsunuz.
        Köyün hayvanlarını sığırtmaç (Büyükbaş hayvan güden kimse, sığır çobanı, nahır) güdüyorsa, her sabah onları köyün girişindeki koruluğa götürürsünüz. Belli bir saate kadar hayvanlar burada toplanırlar. Toplanma esnasında, hiçbir hayvan kendi başına yürüyüp gideyim demez, çobanın "Haydee, ooha, diiday" talimatları gelir ve topluca toplanma mahallinden ayrılırlar. Hareket saatleri gelince, sığırtmaç onları akşama kadar dağ-bayır yaymak üzere araziye sürer; akşam olunca, hayvanları toplanma yerine geri getirir. Hayvanınızı akşam gidip almanıza gerek yoktur. Akşam dönüşü her hayvan kendi evinin yolunu bulur, evine döner; bunun tersinin olması çok nadirdir.
        Evin yumurta ihtiyacını karşılamak, belki biriktirip satmak için 5-10 kadar tavuk da beslersiniz. Yeryüzünde kımıldayan her canlının rızkı Allah'ın üzerine olsa da, o tavuklar gayrete yapışmak üzere akşama kadar evin önünde, bahçede, mahallede, sokakta dolanır durur, rızıklarını ararlar, bulurlar. Ama belli zamanlarda siz de yemlerini vermelisiniz. Her yemleme zamanı, elinizdeki yem kabı ya da torbası ile hayata/merdivene çıktığınızda, onlar yemlenme zamanının geldiğini hemen anlar ve hepsi farklı köşelerden gıdaklamalarla hedefe kilitlenmiş ok gibi size doğru koşmaya başlarlar.
        Her yem zamanı toplandıklarında, ister istemez, tek tek saymasanız da, her birini hafızanızda kodladığınız özellikleriyle yoklamadan geçirirsiniz. Altuni (Altın sarısı), şavi konçoha (siyah tepelikli), patiya gaknacili (kanadı kırpık), tetri zaypi (beyaz zayıf), ziteli hrikinay (kırmızı çok zayıf)…
        Gündüzleri tavuklarınızda bir telaş, bir koşuşturma, gıdaklama senfonisi volümünün yükseldiğini görürseniz, muhtemelen havada bir atmaca dolaşıyordur tavuklarımızı kapmak üzere. Atmacalar kamikaze gibi dalar ve tavuk-piliç ne varsa alır gider. O kadar hızlı olur ki her şey, hiçbir şey yapamaz, bakar kalırsınız arkasından. Hemen çıkıp şöyle bir görünüp gözdağı vermelisiniz gürültü çıkararak. Tabi, geç kalmadıysanız…
        Akşam olunca tavuklar kümeslerine çekilirler. Onlar ne zaman kümese çekileceklerini bilirler. Bu konuda size düşen bir görev yoktur. Lakin kümesin kapısını kapatma görevi sizindir. Eğer unutursanız, sabah kalktığınızda tavuklarınızı bir tilkinin alıp götürdüğünü, sabah yemini bahçeye savurduğunuzda anlarsınız yemeğe üşüşen tavuklarınızın sayılarının azlığından. Geceleyin, farz edin ki, onların canhıraş çığlıklarını duyup bir şeyler olup olmadığını anlamak için çıktınız. Bu çığlıkları duyup çıksanız bile, bunun size bir faydası olmayacaktır. Tavuklarınız tilkiyi, çığlığı basacak kadar yakından görmüşse, olan olmuştur çünkü.
        Tavukların barındıkları kümesler çok önemli; sağlıklı olmaları gerekir. Yılda herhalde en az bir kez kümesi önce kaba pisliklerden temizleyip, sonra kireçle dezenfekte etmeniz gerekir. Toz kireci kümesin tabanına serpersiniz, içini-dışını sönmüş kireçle badana yaparsanız kümesi dezenfekte etmiş olursunuz. Bit vb. haşerattan tavukları korumanız için bu şarttır. Aksi halde, haşerat asla tavuklarla yetinmez.
        Köy çocuğu öğrenci de olsa, onun, okuldan geldiğinde mutlaka yapılacak bir iş olacağından, biraz sokağa çıkıp dersin yorgunluğunu atmaya, biraz oynamaya vakti olmaz. Hayvanlar yemlenecekse yemlenecek, sulanacaksa sulanacaktır. Bunlar ertelenemez, vazgeçilemez, ihmal edilemez görevlerdir.
        Uzak tarlada asıl büyük bahçeniz vardır ama, evinizin önünde de küçük bir bahçe mutlaka yapılır. Hemen acil durumlarda, elinizin altında bulunması için, domates, biber, patlıcan; mevsimine göre soğan, sarımsak, lahana vb. sebzelerden ekersiniz. Belli aralıklarla bahçenizi sulamalısınız. Sulamanız, ’’damlama sulama’’ vesaire ‘’sistemler’’ henüz icat edilmediği için ‘’vahşi’’dir. Karıklar halinde ekilmiş olan sebzeleri karık karık sıra ile başında durarak sularsınız. Her karık sulandığında, suyun yolunu-yönünü öbür karığa çevirirsiniz. Hava çok sıcaksa, bahçenin konumuna göre, ağaçların olup olmaması da şansınıza. Yoksa bir kepin başınızın üstünde daima yeri olması lazım; aksi halde yanarsınız.
        Bu işler yaz-kış çocukluk hayatınız boyunca aşağı-yukarı bu şekilde sürer gider.
        Elinizi sıcak sudan soğuk suya da sokarsınız, soğuk sudan sıcak suya da.
        Peki, bu çocuk ne zaman eğlenir?
        Düğünlerde, bayramlarda… Tabi, bayramlarda dediysem, malum işler aksatılmamak kaydıyla bayram sevinci yaşanırdı yaşanabildiği kadarıyla.
        Ama asıl beklenen şey Şamlı Panayırı’dır. Bütün hazırlıklar, tasarruflar, yumurta biriktirip satarak para biriktirme işi Şamlı Panayırı içindir. Panayıra gidilecek, gezilecek, eğlenilecek, dönen-uçan makinelere binilecek… Bol soğanlı ve acılı köfte ekmek alınacak ve belki yanına bir de sade gazoz. Cincibir olur, Ankara olur, Fertek olur… Hangisi olursa artık. Direk kâğıt helva, pamuk helva alınacak, yenecek… Ama paranın tamamı harcanmayacak. Zira dönüşte, köyde köpük helva bekleyenler var. Şamlı Panayırı’ndan gelmişsin, köpük helva almamışsın, olacak şey değil. Dönüşte mutlaka, şeffaf naylon torba içinde bembeyaz köpük helva ile dönülür köye.
        Panayırda türlü türlü para tuzaklarına karşı uyanık olmalısınız. Kolay yoldan para kazanmaya, ucuz yoldan pahalı bir şeyler almaya tamah ederseniz, paranızı kaptırıp beş parasız kalmanız kaçınılmaz bir durum.
        Tuzaklar çeşit çeşit… Hile-hurda bilmeyen, bayrama gider gibi en güzel, kimisi en az yamalı tertemiz elbiselerini giymiş masum köy çocukları için oldukça cazip ve göz boyayıcı, el çabukluğu ve başka türde çeşitli hilelere dayanan tezgâhlar vardır…
        Küçük bir masa. Bir adam masanın üstüne 4 oyun kâğıdı koyar. Biri işaretlidir. Kâğıtlar karıştırıldıktan sonra işaretli olanı bulduğunuzda kazanıyorsunuz. Masanın etrafında 10-15 kişi. Adam, güya hızlıca kartları karıştırır. Sonra, işaretli olanı bul, 5 lirayı kap. Kartları bir sağa bir sola, onu oraya, öbürünü buraya kaydırır. Gözünle takip ettiğinde gayet basittir, ‘’İşaretli olan bu!...’’ dersin içinden ve bulursun. Denemene de izin verilir, denersin, yine bulursun. ’’Tamam‘’ dersin ’’Beş lira cepte!...’’. Masanın etrafındakilerden en az birkaç kişi tezgahçının adamı olduğundan, onlar oynarlar ve her seferinde kazanırlar. Sen de denersin ve kaybedersin, paran gider. Yılda bir kere sabırsızlıkla beklediğim panayırda beş parasız kalırsın başka paran yoksa.
        Bir başka oyun… 3 santimetrelik yüzlerce kareye bölünmüş devasa bir masa. Karelerin içinde çeşitli rakamlar yazar: 1, 3, 8, 15, 20, 100 gibi… Masanın kenarında, ortası, bir paranın rahatça sığacağı genişlikte, masaya doğru meyilli kanalı olan dört, mini-takoz platformlar vardır. Takozun üstündeki kanala 25 kuruş, 50 kuruş ya da bir liranızı koyar, bırakırsınız. Paranız masaya doğru meyilli olan kanaldan dümdüz olan masanın üzerine doğru yuvarlanır gider. Para, hangi rakamın bulunduğu karenin üzerine tam olarak oturursa, o yuvarladığınız paradan, o miktarda kazanmış olursunuz. Yani, 1 lira yuvarladıysanız ve paranız yirmi yazan kareye tam olarak oturmuşsa, yirmi adet bir lira kazanmış olursunuz. Yalnız, kareler o kadar küçüktür ki, kareye oturacak olan paranın karenin çizgilerine değmemesi neredeyse mümkün değildir. Paranız çizgiye azıcık da olsa temas etmiş ya da çizginin üstüne gelmişse kaybediyorsunuz. Kazanmak mümkün, ama çok çok zor.
        Paranızı kaybetmenin bir başka yolu da şu: Yine küçük bir masa. Masanın başında bir adam, elinde 10-12 santimetre uzunluğunda bir dolma kalemden biraz daha kalın 4 tane plastik, aynı tip ve renkte boru. Borulardan sadece biri, salladığınızda, içinde kum ya da minik boncuklar varmış gibi ses çıkarıyor. Maharet bu ses çıkaran boruyu bulmakta. Adam boruları karıştırırken, göz ile takip ettiğinizde ya da denemek için oynadığınızda, ses çıkaran plastik boruyu buluyorsunuz. (Tezgahçının adamı olduğunu neden sonra anladığınız) adamlar parasını verip oynadığında, onlar da buluyorlar sesli boruyu. Fakat siz parayı bastırıp oynadığınızda asla bulamıyorsunuz. O esnada el çabukluğuyla nasıl bir müdahale oluyorsa sesli boruya, onu bulmanız mümkün olmuyor. Bulmanız karşılığında vadedilen çok gösterişli, cazip, madeni, toplu oyuncak tabancanızı ya da parayı asla kazanamıyorsunuz.
        Panayırlarda gerçekten sizin maharetinize kalıp da kazandığınız, kazanabileceğiniz ya da kaybedebileceğiniz en bilinen oyun herhalde, yere konmuş olan geniş kontraplak tezgâhlar üzerine rastgele ve olabildiğince sık olarak dağıtılmış olan sigara paketlerini kazanmak için oynanan halka atma oyunu. Attığınız ince kasnaklar, ahşap halkalar, paketler tam ortasında olacak şekilde oturursa sigara senin. Aksi halde paraların gider. Panayırdaki birçok oyunda, el çabukluğu, hile-hurda olduğu halde, halka atma işinde iş, tamamen oynayanın maharetine kalmıştır.
        Bu oyunda da oynayanın kazanmaması için, bazı müdahaleler olur tabi. Şöyle ki: Tezgâhın genişliğine, büyüklüğüne göre, aynı anda beş-altı kişi halka atabilir. Kimi uzun boylu olanlar, abanarak tezgâha daha yaklaşabildikleri, ata ata işin bazı püf noktalarını öğrenerek, halkaları çok hızlı dönecek şekilde tezgâha fırlattıkları için art arda kazanırlar. Ahşap halka çok hızlı döndüğünden, bir ya da iki, üç paket ortasındayken diğerlerini etrafa doğru iter. Hızlı döndüğü için halka paketin üstünde kalmaz. Paketlerin araları açılınca oyuncu art arda kazanmaya başlar. Sürekli kazanmaya başlayınca, tezgâh sahibi hemen, devamlı kazanan müşterinin hizasındaki seyrek duran sigara paketlerini, elindeki uzun sopayla birbirine iyice yaklaştırır ki, halka atıldığında paketlerin üstünde kalsın. Böylece oynayan kaybetsin.
        Müşteri bu müdahaleye sitemle itiraz edince, tezgâh sahibi ‘’Tamam, tamam; al, al diyerek elindeki uzun sopayla sigara paketlerini güya tekrar seyreltir, aralarını açıyormuş gibi yapar. Fakat siz tekrar dikkatinizi kendi oyununuza döndürdüğünüzde, son bir müdahaleyle paketleri yeniden iterek birbirine yaklaştırır, sıklaştırır. Ne kazanmanızı ister, ne de oyunu bırakıp gitmenizi.
        Daha neler olurdu panayırda?
        Çekilişler, uçan sandalyeler, atlıkarıncalar, dönme dolaplar, sihirbaz/illüzyon çadırları ve daha nice standlar, kısaca bugünün lunaparkının daha zayıf şekli… Çeşit çeşit yiyecek tezgâhları, seyyar yiyecek arabaları… Tezgâhlarına avaz avaz müşteri toplamaya çalışan satıcılar…
        Hayvan pazarı bütün bu curcuna, şaşaa ve kargaşadan daha uzak bir alanda kurulur. Civar köylerden panayıra hayvan satmaya gelen köylüler, tabii ki en temiz elbiselerini giyerler. Kimisi yamalıdır; kimisi şayak pantolon, çoğu kumaş pantolon giyer. Gömlekler de yıkanmıştır, ama genellikle ütüsüzdür. Ne kadar temiz giyinmiş olsalar da, sonuçta emtia (mal, mallar) panayırına hayvan getiriyorlar; yolda-izde üst-başları kirlenir. Başlarını güneşten korumak için çoğu şapka giyer, kimisi şapkadan önce başına büyükçe bir mendil örter, üstüne de şapka. Böylece ense ve yüz de güneşten korunmuş olur.
        Kimi çadırda, kimi sıcağın altında hayvanlarını satmaya çalışır. Çetin pazarlıklar. Satış olmak üzere ise, fiyata razı olan taraf, diğerinin ellerini omzundan çıkarırcasına sallar. Söz konusu fiyata henüz gönlü yatmayan taraf ise, isteksizdir, tatsızlığı yüzünden okunur. Olmadı, bir üçüncü kişi, tutuşan iki tarafın ellerini tutup sallar; ‘’tamam hade, tamam yaaav…’ diyerek ısrarla işi oldurmaya çalışır.
        Eski zamanlarda gayri resmi bir takvim vardır. Bilinen takvimden ziyade bu takvimden vadeler verilir. Ne zaman ödersin? Harmanda. Harman veresiye tabiri buradan gelir. Orakta, çapada gibi… Panayır da, bu vadelerden biridir. Belki en önemlisi. Çünkü vatandaş, hayvanını satacak, para o zaman eline geçecek. Ne zaman ödersin? Şamlı Panayırında…
        Kuşakların alfabeden harflerle isimlendirilmediği o zamanlarda da çocuklar vardı. Akvaryumda, kafeste değil, hayatın tam içinde, ortasında…
        Hayatı büyürken, içinde yaşayarak öğrenirlerdi. Dikenin battığını, ısırganın yaktığını, elmanın dalda, biberin yerde yetiştiğini; kedilerin, köpeklerin de bir ‘’can’’ olduğunu, her sabah ya da akşam onlara yiyecek vererek öğrenirlerdi. Onların da üşüyebileceklerini, acıkabileceklerini, susayabileceklerini daha küçükten öğrenirlerdi…
        Köy hayatı, hayatın kendisi gibi kısıtlar insanı. Büyük-küçük fark etmez. Keyfince yaşayacağın bir gün vardır; o da yıl boyu beklediğin Şamlı Panayırı…

Hiç yorum yok