ÂDÂB-I MUAŞERET
ÂDÂB-I MUAŞERET
Edep bir taç imiş nur-ı Hüda’dan / Giy ol tacı kurtul her beladan…
Çocuklarımıza okullarda her şeyi öğretiyoruz küçük yaşlardan itibaren.Anaokullarında öz bakım becerilerini; yemek yemeyi, ellerini yıkamayı, tuvaleti kullanmayı… Vakti gelince uyumayı, oynamayı; grup içinde nasıl davranılacağını vs… Bu güzel.
Sonra ilkokulda yazı yazmayı, resim çizmeyi, hesap yapmayı… Basitten zora doğru bilgiler yüklüyoruz tedrici olarak. Sonra ortaokul… Biraz zorlaşıyor işler. Sınavlar, kurslar, denemeler. Bir koşu, bir yarıştır başlıyor ne durması var, ne durağı var… Hele liseye geçtikten sonra… Kitaplara, testlere, denemelere gömülüp kaybolma öyle bir hal alır ki… Hangi yönünü, hangi yüzünü anlatmalı problemin bilemiyorum.
Çocuk toplumdan, sosyal hayattan, aileden kopuk bir şekilde odalara kapanarak kendisine yapılan harcamaların, bağlanan umutların karşılığı olan en yüksek puan hedefine ulaşmak için, başına ağrılar giresiye, kâbuslar, halüsinasyonlar göresiye, psikolojisi bozulasıya çalışır.
Sonra üniversiteyi kazanır, okur; hayattan kopuk garip bir makine çıkar ortaya. Ya da üniversiteyi kazanamaz… Hadi tekrar baştan bir daha bir daha… Sonra hadi kazandı diyelim, çok güzel… Hedefe ulaştık.
Ancak bir şeyi unuttuk… Anaokulundan üniversite kapısına getirene kadar, birçok parkurda sayısız engelleri aşarak geldiğimiz bu süreçte, çocuğumuzla ilgili çok önemli bir şeyi unuttuk. Neyi mi?
Çocuğu(muzu) insan yapacak olan âdâb-ı muaşereti.
Oturup - kalkmayı, büyüğe – küçüğe nasıl davranılacağını onlarla nasıl konuşulacağını öğretmeyi unuttuk.
İnsani değerleri öğretmeyi unuttuk.
Konuşma adabını öğretmeyi unuttuk. Ne zaman, nerede, nasıl konuşulacağını, ne zaman, niçin susulacağını… Açık sözlü olmakla, had bilmezliğin ve patavatsızlığın farklı şeyler olduğunu,
Allah’ın kendisine bahşettiği rahmet sayesinde insanlara karşı yumuşak davranmadığı, onlara karşı sert, kırıcı, katı kalpli davrandığı taktirde, onların çevresinden dağılıp gideceğini… Ya hayır(lı bir şey) söylemesi ya da susması gerektiğini; bir insanın ne kadar okumuş olursa olsun her şeyi bilemeyeceğini… Bin yıl da okusa, ne biliyorsun diye sorduklarında ‘’Haddimi!’’ demesi gerektiğini…
Toplum içinde her konuda, her şeyi bilen bir insan karakteri çizerek hareket etmenin ona değer kazandırmayacağını, aksine karakterini zedeleyeceğini… Bu nedenle her konuda biliyormuş gibi konuşmaması gerektiğini…
Esnerken ağzını kapatması gerektiğini… Gülerken de ağlarken de, sevinirken de kederlenirken de ‘’insani bir doz’’ olduğunu unutmaması gerektiğini…
Toplum içinde en az kendisi kadar başkalarının da konuşma hakkı olduğunu, bu nedenle konuşmasına bazen ara verip sözü başkasına bırakmasının bir lütuf değil, bir âdap olduğunu; konuşurken ‘’ben, beni, bana, ben de, benim de’’ kelimelerinden, yani birinci tekilden kaçınmasının tevazuya daha uygun olduğunu, sürekli kendinden bahsetmemesi gerektiğini... Her sohbette, her konuda, her alanda konuşurken ‘’Meselâ ben…, benim…, bana…’’ ya da (yıllar önce bir parodide olduğu gibi), ‘’Ben evkafta iken…’’ deyip konuyu bir şekilde kendisine getirmesinin bir çeşit narsizim olduğunu, bunun kendisini sevimsizleştireceğini öğretmeyi unuttuk. Bir dalda, bir konuda okunan bir satırla, o konunun âlimi olunmayacağını; insanı çok konuşmanın değil, çok okumasının ilim ve edep sahibi yapacağını söylemeyi unuttuk.
Bir şeyin aksini söylemenin, eksiltmenin, abartmanın, çarpıtmanın ya da bir kısmını gizlemenin de bir yalan olduğunu; ‘’genelleme’’ üslubunun doğruyu tanımlamada her zaman genel-geçer bir kural olmadığını, çoğu zaman doğru sonuca götürmediğini, her durumda geçerli ve isabetli olmadığını; tecessüs, koğuculuk ve gıybetin nasıl bir musibet olduğunu öğretmeyi unuttuk.
Adâb-ı muaşeretten önce salt bilimi öğrettiğimiz çocuklar, edebi bilmediklerinden edebe uygun davranamıyorlar. Bu yüzden tahsil sadece cehaleti alıyor. Bu yüzden bed-asla(1) necâbet(2) vermiyor üniforma, zer-dûz palan(3) vursan da değişmiyor merkep… Sonra da, edebi öğretmediğimiz bu insanlara ‘’o kadar okul okumuş, şu yaptığı davranışa bak! ’’ diye serzenişte bulunuyoruz. Yanlış yapıyoruz.
Okumayı- yazmayı, ilmi-irfanı, Kuran’ı, sureleri, imanı öğretelim. Ama âdâbı muaşereti ihmal ettiğimizde iş tamamlanmış olmuyor.
İlim meclisine girdim, eyledim talep,
İlim geride kaldı, illâ edep illâ edep…
---------------------------------------------------------------------------------------
(1)Kötü öz
(2)Soyluluk
(3)Altın semer
Hiç yorum yok