Merhametin Kalbi
‘’İnsanlar, dünyada bir yerlerde birilerinin iyilik için yaşadığını bilsinler diye…’’
Evlendiniz; mutlu bir beraberliğiniz var. Sonra çocuklarınız oluyor…Göreceğiniz o kadar çok mürüvvet var ki … Çocuklarınızın okullara başladıkları ilk günler ve mezuniyetleri. İlk, orta, lise…
Sonra belki üniversiteyi kazanıyor çocuğunuz, çocuklarınız. Ne kadar da çok dua etmişsinizdir, evladınız milyonların içinden sıyrılıp üniversitenin kapısında içeri girebilsin diye. Harcadığınız paralar da cabası. Ama, evladınız üniversiteye girdi ya, umurunuzda bile olmaz hiç bir şey... Çünkü çocuğunuz ekmeğe bir adım daha yaklaşmıştır.
Sonra memuriyete (ekmeğe) ilk adım kamu personeli sınavı. Atandı, göreve başladı çocuğunuz… Mutlusunuz…Hayırlı bir nasiple hayatını birleştirdi sonra.
Mutlusunuz elbet… Lakin ,bu yaşadığınız her bir mutlulukla, sizi yalnızlığa götüren yolun taşlarını döşediğinizin farkında bile değilsiniz...Geleceğin, sizin için kaçınılmaz son olan kocaman bir yalnızlık hazırladığını düşündünüz mü, düşünüyor musunuz ?
Evlatlarınız ne kadar hayırlı olursa olsun, hayatın doğal akışı gereği ,sizin ona, onun da size doğru hızla koşturduğu bir şey var: Yalnızlık. Bu hal gelip çattığında, herkes dağılıp gitmiş olacak. Her bir mürüvvetini mutluluk gözyaşlarıyla yaşadığınız evlatlarınız yoktur. Koskocaman ve nihayetsiz bir yalnızlık çölünde yol alıyorsunuz artık.
Elden, ayaktan düştünüz ikiniz de . Yıllardır yol arkadaşlığı yaptığınız, can yoldaşınız da takatsiz artık. Acziyetiniz artıkça komşularınız da sohbetlerini , ziyaretlerini seyreltirler. Artık sohbeti muhabbeti dinlenir , hoş-sohbet bir insan olmaktan çıkmışsınızdır çünkü… Aynı soruyu birkaç dakika arayla sorup duran, az önce söylediklerini unutup , aynılarını tekrar edip duran bir ihtiyarsınız.
Çayı içerken üzerine damlatan, yemek yerken kaşıktakinin yarısını üzerine döken , yıllardır kolayca giydiği gömleğinin koluna bile söz geçiremediği için, her giyinişte onlarla savaşan bir aciz ihtiyarla kim oturup sohbet etmek ister ki?
Teknoloji çok ileri artık diye geçiriyorsunuz içinizden. Ancak, çamaşırı da makineye doldurmaya, yıkayınca çıkarıp ütülemeye; yemeği pişirmeye, sofrayı kurmaya, bulaşıkları da makineye doldurup yıkatmaya, sonra da onları çıkarıp yerlerine dizmeye güç-kuvvet lazım. Her gün evi süpürmek lazım, camları silmek lazım. Teknoloji çok şey belki, ama, her şey değil.
Siz daha yerinizden kalkamıyorsunuz, bütün bu işleri nasıl yapabileceksiniz?
Çocukların her biri çekildi gitti, meçhule giden nice gemi gibi sizi sahilde bırakarak. Onlar artık sadece bayram arefelerinde gelip birkaç küçük temizlikten sonra, bayram bitmeden dönüyorlar yuvalarına.
Halsiz, dermansız, umutsuz, mahzun bir şekilde evde beklerken kapınız çalınıyor bir gün. Tanımadığınız 3 – 4 kadın geliyor evinize. ‘’Allah Allah..’’ diyor, şaşırıyorsunuz. Neler olup bittiğini anlamaya çalışıyorsunuz. Bu insanlar niçin gelmiş olabilirler size ,merak ediyorsunuz. Derken gelenlerden biri anlatmaya başlıyor:
‘’Teyzeciğim ;sizin yalnız yaşadığınızı öğrendik. Her hangi bir konuda yardıma ihtiyacınız vardır diye halinizi hatırınızı sormaya geldik. Bayram öncesi, izin verirseniz evinizi baştan aşağı temizleyeceğiz. Tabi önce güzel bir badana yapalım; sonra da diğer temizlik işlerine bakarız.’’ Daha da artıyor şaşkınlığınız:
“Kızım, ben nereye giderim; badana boya , bir sürü iş, nasıl olur bilmem ki ! ’’ dediğinizde ilgililer:
“Teyzeciğim, badana–boya, temizlik yaparken sizi misafirhanemizde misafir edeceğiz; temizlik bitince de , tekrar aracımızla sizi evinize bırakırız .” diyorlar.
Çok seviniyorsunuz, ama, bir tereddüt de, içinizi kemirmiyor değil. Alıp götürüyorlar sizi mükemmel tefriş edilmiş bir yuvaya. Her yer pırıl pırıl , sıcacık, tertemiz bir ev. Kuaför ve berber var, yemek var... İstirahat ediyorsunuz. Bir yandan da kaç yıldır, boya-badana, temizlik görmeyen evinizi merak ediyorsunuz. Nasıl da pırıl pırıl olacak kim bilir ?
İki gün kadar kalıyorsunuz burada, misafiri oluyorsunuz birilerinin . Bu süre içinde yorgun gönlünüz dinleniyor ; yalnızlığın kara bulutları dağılıp gidiyor ruhunuzun üzerinden. Mutlusunuz...
Nihayet misafirhanenin genç ve güler yüzlü görevlileri evinize dönme vaktinin geldiğini söylüyorlar. Çantanız hazır.
Aşağı iniyorsunuz sizi evinize götürecek araca binmek üzere. Kalanlara dualar dökülüyor dilinizden. Araca binerken dalıp gidiyorsunuz uzaklara aklınızda uçuşan cümlelerle:
“Her yanı kanayan İslam Coğrafyası’ndan, merhametin kalbi Anadolu’ya akın eden ümmetin çocuklarına kucak açan bu devlet , bu yöneticiler , bu insanlar sadece Ankara’nın uçsuz bucaksız uzun koridorlarında değiller demek ki…O engin gönüller Anadolu’nun her yerindeler. Bu şehirdeler ,bu ilçedeler ,dahası mahallemizdeler... Dibimizdeler…İhtiyaç sahibi benim gibi takatsiz yalnızları, yardıma kudreti yetenlerle buluşturan Rabbime şükürler olsun...”
Bu duygular içinde gözleriniz nemli, incileriniz gözlerinizden düştü düşecek…Son bir kez dönüp bakıyorsunuz sizi sarmalayan bu sıcacık yuvaya…
Duvarında kocaman bir yazı : ALGEM !...
Hiç yorum yok