İlim / İrfan

                      


        Çocukluğumuz köyde geçti, Yenikavak köyünde. Köyün eski adı Kavak-ı Cedid'dir. Nitekim 1928 tarihli Osmanlıca köy listesinde Kavak Cedid olarak geçer. Yenikavak köyü, 93 Harbinin (1877-1878)  ardından, Klarceti bölgesinden göç eden Gürcüler tarafından kurulmuştur. Köye yerleşenlerin büyük bölümü Arçveti ve Çkadueti  köylerinden gelmiştir. Nitekim Gürcü tarihçi Zakaria Çiçinadze, 1893 yılında, Livana'nın köyleri arasında saydığı Arçveti'den 30 hanenin, Çkadueti'den de 20 hanenin göç ettiğini yazmıştır. Köyün iki mahallesi halen Arçveti ve Çkadueti adlarını taşır. Yenikavak, 1928 yılında "Kavak-ı Cedid" adıyla Balya kazasının Ilıca nahiyesine bağlı bir köy olarak kaydedilmişken, 1935 genel nüfus sayımında aynı idari konumla "Yenikavak" biçiminde yazılmıştır. Bu kayıtlar köyün adının bu iki tarih arasında değiştirildiğini göstermektedir. Yenikavak köyünün nüfusu 1935 yılında 635 kişi olarak tespit edilmiştir.(https://tr.wikipedia.org/wiki/Yenikavak,_Balya#Tarih%C3%A7e )
        Köyümüz şehir merkezine oldukça uzak, 50 kilometre mesafede bir orman köyü. Ormanları  gittikçe azalsa da hala bir orman köyü olarak geçiyor…
        İlkokulu köyde okuduk, elli yıl önce, yarım asır. Çocukluğumuzda yaşadığımız kimi olayları yıllar yıllar sonra anlayabiliyoruz .O yıllarda anlam veremediğimiz nice olay, tavır ve davranış aradan zaman geçtikçe, bizler büyüdükçe, dünyayı, hayatı tanıdıkça anlam kazanıyor. Vaktiyle bir mana veremediğimiz birçok davranışın, hareketin ne anlama geldiğini çeyrek asır, yarım asır sonra anlayabiliyoruz. İlginç, değil mi ?
        Köyün en alt ucu sayılabilecek yerde olan evimizden okula tabii ki yürüyerek giderdik. Mesafe 1 kilometre yoktu tahmin ediyorum. Yollar bugünkü gibi kilitli parke taşı döşeli ya da asfalt değildi. Yollar toprak. Yazın kuru havalarda tozlu olsa da iyi, kışın ise çamur olurdu. Bugünden o güne bakarak ‘’toz’’ ve ‘’çamur’’ dan bahsediyorum. O zamanlarda toz ve çamur bizim için bahse değer bir konu değildi, çünkü ‘’sorun’’ değildi.
        Tam gün eğitim yapıyorduk. Eğitim saat 09.00 civarında başlar, öğle paydosu ve yemekten sonra öğleden sonraki eğitime devam ederdik.
        Okula gidip gelirken, Cadaa’dan (Meydan, dört yol ağzı) okula uzanan  yol üstünde Dağbaşı’lar ailesinin büyüklerinden merhum  Ali Dağbaşı dedenin camiye gidip gelirken, elindeki bastonla yol üstündeki taşlara sağa-sola vurarak kaydırdığını ya da bir çukura itip üzerine bastonunun ucuyla vurduğunu görürdüm. Dedenin çok yaşlı olması nedeniyle, konunun herhalde akıl sağlığı ile ilgili olduğunu düşünür, öylece oyalandığı kararına varırdım. Çünkü yolda durmakta olan küçük taşları bastonla sağa-sola itmenin ne  anlamı olabilirdi ki ?
        Yine köyümüzde, Necip Şahin adında yaşlı, beyaz sakallı, sarıklı, yaşına rağmen oldukça dinç bir dede vardı. Elinde bastonu ile evimizin önünden geçerken, bahçelerden rüzgarın yola savurduğu büyük otları ya da dikenleri bastonun ucu ile alır, bir avlunun üstüne koyardı. Bastonla alınamayacak kadar küçük çapta olan dikenleri ise, yine bastonun ucuyla yol kenarına, yolun kenarındaki çukura iterdi.
        Tabii bir anlam veremezdim bu tür davranışlar. Sadece ben değil, herhalde hiç bir çocuk bu hareketleri anlamlandıramamıştır.
        Aradan yıllar geçti.
        Balıkesir Atatürk Ortaokulu’nu bitirip İmam-Hatip Lisesinde okumaya başladıktan sonra, hem o günün şartları gereği, hem de babamın sürekli kitap okuyan bir öğretmen olarak bize örnek olması nedeniyle ben de kitap okumaya, okuduğum lisenin müfredatı gereği ‘’ayet’’ ve ‘’hadis’’ i öğrenmeye başladım.
        İmam Hatip Lisesinde okurken ‘’Müslümanların yolundan onlara sıkıntı veren şeyleri kaldır’’ manın iyi bir şey olduğunu söyleyen hadisi şerifi okuduğumda anlamıştım Ali dede ve Necip dedenin ne yaptığını.
        Bu rahmetli dedelerin Kütüb-i Sitte’yi okuduklarını hiç zannetmem. Uzun yıllar köyümüzün imamlığını yapan merhum Hızır Kaba hocamızın hutbelerinde ya da bir başka hocamızın vaazında dinlemişler  miydi bu hadisi, ezberlemişler miydi bilmiyoruz tabii ki. Ama bu iki yaşlı Anadolu insanı gibi daha niceleri asırlardan beri süzülüp gelen ‘’irfan’’ı özümsemiş ve bu doğrultuda, bu konuda ilmi olmasa da, bu Anadolu irfanıyla, daima insanların hayrına bir ‘’amel-i salih’ kaygısında olmuşlardı.
        Yine benzer şekilde, ümmi fakat elinden her türlü tamir işleri gelen Hamza Tüfekçi dede ve halen hayatta olan oğlu Nevzat Tüfekçi abinin, gençliğinde, her yağmurdan sonra, kendisine görev bildiği bir amel-i salih ile meşgul olduğunu hatırlıyorum. Mahalle içi yollarda eskiden çok küçük çaplı büzlerle yapılmış olan menfezler her yağmurda çer-çöple tıkanır, sel yolu yarar geçerdi. Birçok defa Nevzat abiyi elinde uzun bir sırıkla tıkanan bu menfezleri tek başına açmaya çalıştığını görürdüm. Menfezleri tıkayan çer-çöpü sırıkla temizlerdi. Hiç kimse ona bu görevi vermezdi ama, o bunu kendine vazife bilirdi. 
        Yine bu şekilde, Mehmet Yenal dedenin, tarlalara giden kimi yollardaki derelerin üstüne hayır olarak köprüler yaptırdığını yıllar önce duyardım.
        Üzümlerin ilaçlama mevsimi geldiğinde, rahmetli babam (Halim Ayyıldız) sırt pompasına doldurduğu ilaçla, evimizin önündeki ve yol üstündeki köyün dillere destan, hatun parmağı cinsi üzümünü ilaçlar, ardından mahallede ne kadar üzüm çardağı varsa hepsini dolaşır, hepsinin ilaçlama işlemini yapardı. Bu tür güzel işler için kimsenin bunu söylemesine, istemesine gerek olmazdı. Bizim henüz ilkokulda olduğumuz ya da  daha eski zamanlarda, köyde kamuya ait bir iş için resmi kurumlardan birileri gelse bizim evin üst katında ağırlanır, yemek çıkarılırdı.
        Köyde henüz belki birkaç kişide  özel araç olduğu eski zamanlarda, köyde bir hastalık olsa, birinin şehre ulaştırılması gerekse, hiç tereddütsüz ,hemen herkes kayınpederim merhum İsmet Tezcan’ın kapısını çalar ,o komşu hemen şehre ulaştırılırdı. Resmi dairelerde yapılacak, takip edilecek bir iş, hastalık-ilaç vb. konularda bir ihtiyaç söz konusu olduğunda kayınpederimin kapısı herkese açıktı. Köyün garip-gurebası, mecnunu ve küçük çocuklar arkadaşıydı İsmet Tezcan’ın. Onları arabasıyla gezdirir, onların dışarıya kapalı mahzun dünyalarına bir renk katmaya, onları memnun etmeye çalışırdı.
        Dinimiz, iyiliği iyilik olarak değerlendirir. Onun büyüğüne ne ölçüde önem veriyorsa, en küçük birimine de aynı önemi verir. Çünkü İslâm'da değerli olan, bizzat iyilik ve iyilik niyetidir. Bu sebeple de çoğu kere dik­katlerden kaçan konularda ve ölçülerde toplum huzuruna katkıda bulu­nacak büyük iyiliklerin varlığına işaret edilir.
        Öte yandan unutulmamalıdır ki büyük fedakârlıkları, küçük ve ko­lay uygulanan iyilikler hazırlar. Kişi, kolaylıkla başarabileceği iyilik ve hizmetlerle gerçekten iyilik yapma iradesini geliştirir, iyiliğin imani ve vicdani zevkine erişir. Ayağa takılma ihtimali bulunan bir taş parçasını yolun kenarına yuvarlamak da böylesi bir role sahiptir. Zira olgun mü'min için en büyük zevk mü'min kardeşlerinin mutluluğuna katkıda bulunmak, onlara küçük-büyük demeden iyilik yapabilmek, varsa sıkın­tılarını gidermeye ya da azaltmaya çalışmaktır.’’ (https://www.sonpeygamber.info/engellerin-kaderi)
        Yaşımın yettiği, hafızamın muhafaza edebildiği kadarıyla, bu güzel insanların, bu güzel davranışları nedeniyle Rabbim onları mükafatlandırsın inşallah. Bilimin önemli olduğu, her mümine farz olduğu elbette hepimizin malumu. Lakin, kimisinin eğitimi, diploması, ilmi olmasa da, irfan sahibi bu güzel insanların daima insanların yararına bir şeyler yapmaya çabaladıklarını hep görürdük. Allah onlardan razı olsun.
        Bu vesileyle ebediyete irtihal edenlere Rabbim rahmet eylesin, güzel davranışları bizlere örnek olsun inşallah.

Hiç yorum yok